İŞ DÜNYASINDA SOSYAL SORUMLULUK BİLİNCİ VE SÜRDÜRÜLEBİLİRLİK
İŞ DÜNYASINDA SOSYAL SORUMLULUK BİLİNCİ VE SÜRDÜRÜLEBİLİRLİK
Ali Rıza Değer
Sorumluluk veya sorumluluk bilinci; görevlerini bilmek ve onları yapmaya çalışarak, sonuçlarına katlanmaktır. Sürdürebilirlik ise; üretkenlik ve verimliliğin devamlılığını sağlamak amacıyla, sorumlu olabilme yeteneğinin korunmasıdır. Yani gelecek nesillere zarar vermeden “bugün”ün ihtiyaçlarına çözüm getirebilmektir.
Merhaba sevgili dostlarım,
Sizlerin de çok iyi bildiği gibi, sorumluluk veya sorumluluk bilinci; görevlerini bilmek ve onları yapmaya çalışarak, sonuçlarına katlanmaktır. Sürdürebilirlik ise; üretkenlik ve verimliliğin devamlılığını sağlamak amacıyla, sorumlu olabilme yeteneğinin korunmasıdır. Yani kısaca; gelecek nesillere zarar vermeyecek şekilde, “bugün”ün ihtiyaçlarına cevap verebilmektir.
Özellikle internette yapılan araştırmalarda karşımıza çıktığı gibi, kişisel sorumluluk; bir kişinin, davranışlarının sonuçlarına katlanması ve meydana gelen sonuçlar üzerinden, yaptıklarının veya yapmadıklarının etkilerini yorumlaması… Ve de eğer varsa, sorunları giderme çabasıdır.
Ülkemizde; halen, yardımseverlik niteliğindeki, sosyal sorumluluk projelerini bir kenara bırakırsak, iş dünyasında ve kurumsal sosyal sorumluluk kapsamında, sadece kişilerin değil – şirketlerin de sorumlulukları olduğunu, sevindirici bir gelişmeyle – yavaş yavaş da olsa, artık öğrenme çabasında olduğumuzu gözlemlemekteyiz!
Şirketler; en az maliyetle en fazla üretim yapmak ve kar elde etmek gayesiyle kurulduğundan, kaynaklarını en verimli şekilde kullanarak, en fazla geliri elde etmek isterler. Tabii ki, bundan daha doğal bir şey olamaz. Zaten; iş disiplininin de, en önemli amaçlarından biri budur!
Bu noktada, istatistiki verilere göre bir yıl içinde kurulan şirketlerin % 80’inin, beş yıla kalmadan piyasadan çekildiği gibi… Bir ülke gerçeğini de, göz ardı etmemek gerek, diye düşünüyorum.
Eğer başka özel bir amaç söz konusu değilse, aklı başında ve ayakları yere basan hiçbir şirket, bir kaç yıl içinde kapanmak üzere kurulmaz!..
Ancak; kurumsallaşma aşamalarını adım adım hayata geçirme çabasında olan bu şirketlerin amaç ve hedefleri, sorumluluk bilinciyle dengelenmezse, iş dünyasına sağladıkları faydadan çok, zarar da verebilirler. Yani, genellikle KOBİ – Küçük ve Orta Boy İşletmeler olarak; üretim yapan, insanlara yeni yeni iş sahası açan, müşterilerine ürün ve hizmetler sunan, bilişim ve teknolojik gelişim içinde olan şirketler… Eğer, sürdürülebilir bir kurumsal sosyal sorumluluk bilincine sahip değillerse, çok büyük sıkıntılara da yol açabilirler.
Kurumsal sosyal sorumluluk deyince, aklınıza hemen; Birleşmiş Milletler – Küresel İlkeler Sözleşmesi (UN Global Compact) ve 4 Ana Maddesi’nin (İnsan Hakları + Çalışma Standartları + Doğa ve Çevre + Yolsuzlukla Mücadele) geldiğini biliyorum.
1. ve 2. Ana Madde’de açık açık belirtilmesine rağmen karlılığını artırmak isteyen şirketler, insan haklarını ve çalışma standartlarını biraz göz ardı ederek J insan kaynaklarını en ucuz maliyetlerle kullanmak isterler. Bu şirketlerimiz; 3. Madde’de ayrıntıları net bir şekilde ortaya konulmasına rağmen, çevre konusu biraz maliyetli olduğu için J, kendi hallerine bırakılırlarsa üretim yaparken doğayı normal standart ölçümlerin çok üzerinde kirletebilirler. Maliyetlerini azaltmak için insan sağlığına da zarar verebilirler. Yani kısaca; şirket denilen organizasyonlar, kısa kısa dönemlerde en yüksek performansları elde etmeye programlanmışlardır.
İş dünyamızın ve buna bağlı olarak marka olma yolunda düzgün ve dürüst iş yapmaya çalışan şirketlerimizin gelişmesi, ekonomimizin ve toplumumuzun gelişmesini yansıtır. Şirketlerimizin bu tür gelişmeleri ve sektörel rekabetin artmasıyla; kişisel veya kurumsal satın aldığımız ürün ve hizmetlerin ucuzlaması, üretim kalitesi ve kapasitesinin artmasıyla da, daha fazla insanın bu şirketlerde iş bulması ve istihdam edilmesi söz konusu olmaktadır.
Ayrıca; şirketlerin üstlenecekleri sorumlulukları hem yasalar hem de piyasanın yazılı olmayan kuralları belirler. İş kanunları bir çalışanın (Beyaz Yaka / Mavi Yaka) hangi koşullarda ve nasıl çalıştırılacağını ve de hangi haklara sahip olacağını, en ince detaylarıyla açıklanmakta…
Ancak bu noktada, sadece kanunlar ve yönetmelikler her zaman yeterli olmaz. Şirketlerimizin de, kanunlara iyi niyetle yaklaşması ve yönetmelikleri uygulamalarının yanında, toplumun da; STK’lar + Sendikalar + Oda vs. vasıtasıyla, gerekirse tüm şirketlerden hesap sorma bilincinde olması gerekir! (Nitekim bunun bazı uygulamalarını, artık sosyal medyada da görmekteyiz.)
Aslında, hepimiz aynı gemide olduğumuza göre; ülkemizin geleceği açısından olaylara değişik açılardan bakmanın da, çeşitli yararları olabileceğini düşünüyorum.
Toplum kültürümüzde her zaman “Ben” yok “Biz Varız” sözünü, neredeyse günün 24 saati söylememize rağmen yapılan istatistiklerde; özellikle soru – cevap niteliğinde karşılıklı konuşmalarda, en çok tekrarlanan kelimelerin %65 ve %75 ile “Bence” veya “Bana Göre” tümceleri, olduğu saptanmış!..
Şimdi bu ne demek derseniz? Bizim kültürümüzde “Ben” kavramı olmazsa olmazdır!.. Gerisi tartışılır. Yani çalışma hayatında kanunlar kadar, belki de kanun ve yönetmeliklerden daha önemli olan, yazılı olmayan kurallar vardır. Bu yazılı olmayan kurallar maalesef bazen kişilere göre değişebilir. Kısaca bu noktada önemli olan, şirket yöneticilerinin kendilerine göre, neyi “kurallara uygun” neyi “uygunsuz” olarak gördükleri ve değerlendirdikleridir. Size göre ters olan, bana göre; normal + düz + doğru + çok iyi + mükemmel + olağanüstü güzel olabilir.
“Ben ve Biz” kavram kargaşalarını bir kenara koyup, konuyu kişisel (Ben) veya kurumsal (Biz) anlamda ele alırsak; iş dünyasında sorumluluk bilinci “Bu iş benim sorumluluğumda, ben bu işleri eksiksiz ve tam olarak yapacağım. Ve de sürdürülebilirlik adına çıkacak sonuçlardan da hesap verecek olan, benim!” diyebilmektir.
Bir başka deyişle, sürdürülebilirlik kapsamında sorumluluk bilinci; taşın altına elini sokmaktır!
Sorumluluk Bilinci ve Sürdürülebilirlik… İş dünyamızda 1990’lı yıllardan itibaren öne çıkmaya başlayan “Kurumsal Yönetişim”in, iki ana unsurunu oluşturmaktadır.
Sayın Temel Aksoy ve Dr. Yılmaz Argüden’in konuyla ilgili bazı yazılarında belirttikleri gibi…
Kurumsal Yönetişim; Dünya Bankasının 1990 yılı Dünya Gelişme Raporu’nun takdim kısmında öne çıkarılan bir kavram olarak… Şirketlerin ve üst yönetim kadrolarının; sadece kendilerini düşünmek yerine, toplum adına sorumluluk almalarını ve de hesap vermelerini sağlamaya yönelik, “kişisel ve kurumsal iletişim” ağırlıklı, bir yönetim anlayışıdır!
Yaptıklarının sorumluluğunu üstlenmeyen üst düzey yöneticiler veya şirketler, başarısızlıkla karşılaştıkları zaman, başkalarını ya da koşulları suçlarlar. Sorumluluk almanın tam karşıtı, kendimize suç kondurmamak için, her türlü hayali mazeretin arkasına sığınıp, hatayı veya hataları başkalarında aramaktır.
Sorumluluk bilincinde olmayan bir kişi veya kurum, bir başarısızlık ya da bir kriz zamanında ortaya çıkıp hesap vermek yerine, başarısızlığın nedenlerini bir başkasına yükleyip, ortadan kaybolmayı tercih ederler. (Ama onlar zaten, bu olacakları evvelce mutlaka söylemişlerdir.)
Sorumluluktan kaçmak demek, gelecekte ne olacağımız? kararını da başkalarına devretmek demektir. Sorumluluk almamak, koşullara teslim olmak, kendi hayatımızla ilgili karar verme yetkisinden, dolayısıyla bir noktada özgürlüğümüzden feragat etmek anlamına da gelir.
Kurumsal yönetişimin yaygınlaştırılmasının ana amacı, özellikle özel sektör şirketlerinin; insana, topluma, çevreye ve en az bunlar kadar önemli olan, kendi ekonomik geleceklerine zarar vermelerini önlemektir.
Kurumsal Yönetişim ilkelerini hayata geçirecek yolları bulmak, gerekli adımları atmak; bütün üst düzey yöneticilerin, diğer yönetim kadrolarının, yönetim disiplinine katkı veren yönetim danışmanlarının, akademisyenlerin, şirketlerde çalışan herkesin ve tüm paydaşların, kısaca hepimizin sorumluluğudur.
Sorumluluk bilinci ve sürdürülebilirlik, sadece iş hayatımızla ilgili olmayıp, tüm aile ve sosyal yaşantımız için geçerli!
Bu nedenle özellikle gelişmiş ülkelerde bu konulara, daha çocuk yaşlarda aile içinde ve eğitim kurumlarında, daha sonra da yetişkinlik dönemlerinde okul kulüpleri ile çeşitli aktivitelerde çok büyük önem verilmekte… Ve de bir yaşam tarzı olarak benimsetilmekte!..
Ülkemizde de aynı güzelliklerin daha çok yaşanması dileğiyle…
©İçerik Fabrikası