A’dan Z’ye Yeni İletişim
İletişim çağı paylaşımlarımız için bizlere sonsuz fırsatlar sunuyor. Çağımızın hızlı bilgi paylaşımına olanak sunması sayesinde artık hiçbir bilgi gizli kalmıyor. İletişimin en önemli aracı dil, iletişim çağında da önemini koruyor.
Dinamik bir yaşantımız var. Etrafımızda her an yeni bir gelişme oluyor. Dolayısıyla da paylaşacak çok fazla şeyimiz… İletişim çağı bunun için bize sonsuz sayıda fırsat sunuyor. Akıllı telefon ve tabletlerimiz, sürekli gelişen uygulamalar ve internet siteleri iletişim olanaklarını yukarı doğru taşıyor. Artık haftalar öncesinden yazılan mektupların yerini anlık paylaşımlar alıyor ve iletişimin tüm çehresi değişiyor. Sizin için her yönüyle iletişimi sorgulayan bir dosya hazırladık..
Tarihte hiçbir dönem iletişim araçları açısından bugünkü kadar zengin olmadı. Ancak hemen belirtmek gerekir ki, aynı zamanda tarihin hiçbir döneminde iletişim, bugünkü gibi insanlığın ortak sorunu olmadı. İletişim kurmak için her yolu deniyor, kendimizi ifade edecek her türlü araç ve yönteme başvuruyoruz. Ancak tüm bunlar kendi başına yeterli olmuyor ve birçoğumuz hala anlaşılamadığımız için şikayet ediyoruz.
Dünya üzerinde yaşayan 4 bin dil var. Bunlardan biri de Türkçe. Dört bin dil, dört bin ayrı kültür demek. Buna farklı cinsiyetleri, farklı yaş gruplarını, kişilik özelliklerini de eklersek içinden çıkılamaz bir sarmala dönüyor.
Her şey dil ile başlar
Uzmanlara göre dil, dünyada insanların birbirleriyle iletişim kurmak için tercih ettikleri ilk iletişim aracı. Belki de en kolayı.
Ancak bazı dil bilimcilere göre, iletişim kurmak dilin ikinci fonksiyonu. Çünkü dili kullananlar insanlar. Oysa tüm yaşayan canlılar; hayvanlar ve bitkiler de iletişim kurabiliyorlar.
Bu noktada “konuşma” eylemi ve “dil”i birbirinden ayırmak gerekiyor. Bebekleri düşünün. Konuşmayı öğrenene kadar da anneleriyle, babalarıyla, çevrelerindeki pek çok insanla iletişim kurabiliyorlar.
Dil;bir doğa harikası. Çoğumuz bu doğa harikası yetenekle doğuyoruz. Ömrümüz boyunca da kullanıyoruz. Aslında “iletişim” kurmak tüm canlıların kendi inisiyatiflerine bağlı olan bir eylem. Hepimiz iletişim kurmakta ya da kurmamakta özgürüz. Ancak özgür olmadığımız bir nokta var. İletişim kurmayı seçtiğimiz anda, kurduğumuz iletişim eyleminin sorumluluğunu almak zorundayız.
Bugüne kadar pek çok dil bilimci, dili tanımlamaya çalıştı. Hemen hepsinin geldiği nokta, dil ile kültür arasındaki ilişki. Dünya üzerinde ne kadar dil varsa o kadar da farklı kültür var. Dolayısıyla biz bugün aynı dili konuştuğumuz insanlarla iletişim kuramamaktan şikayet ederken karşımıza bir de dünyanın farklı yerlerinde, farklı dillerini konuşan insanlar çıkıyor.
Ancak fark yalnızca kelimelerde değil. Tarih, psikolojik durumumuz, algılayışımız. Bunlar konuştuğumuz kelimelerin farklı olması kadar önemli. İletişim kurabilmek için sular seller gibi İngilizce, Almanca, İtalyanca, Fransızca, İspanyolca vs. bilmek yetmiyor. Konuşmaktan öte karşınızdakini anlamanız gerekiyor. İşte bu nedenle dilin ilk ve tek işlevi iletişim kurmak değil. Modern bilimin babası olarak kabul edilen İngiliz filozof Francis Bacon, “Kelimeler düşünceyi kapsar” diyor. Yani her kelime bir düşünceyi içeriyor. John Locke ise farklı dillerdeki kelimelerin, farklı fikirler, düşünceler içerdiğini söylüyor. İnsanlar aynı durumu anlatmak için farklı kelimeler seçtikleri gibi, farklı düşünceler, kişilik yapıları, algılamalar da kullanıyorlar.
Bedeninize kulak verin
Dili yalnızca kelimelerle sınırlamak çok da doğru değil. Çünkü bedenin kelimeler dışında da pek çok dili var. Plato, vücudumuzun bir hapishane olduğunu, ruhumuzun da bu hapishanedeki mahkum olduğunu söylemiş. Eğer ruhumuz demirleri kırıp çıkmak ve bir hikaye anlatmak isterse, vücudumuz devreye giriyor ve anlatmaya başlıyor. Yine iletişimin, iletişimsizliğe dönüştüğü bir noktaya geldik. Beden dilini kullanmamız da iyi iletişim kurduğumuzu göstermiyor. Olsa olsa biraz daha iyi anlaşılmamızı sağlıyor.
Vücudumuzda ifade ettiğimiz dillerin sayısı bilinmiyor. Çünkü yaşayan vücut dilleri, onu konuşan kişi kadar. Ne daha azı, ne de daha fazlası. Sinirlendiğimizde yüzümüzün aldığı şekil, el kol hareketlerimiz, birine sarılmamız, vurmamız, tehdit etme tarzımız, lezzetini beğendiğimiz bir yemeği yerken verdiğimiz tepkiler, çıkardığımız sesler… Karşımızdakine bir şeyler anlatıyoruz. Beden dilimiz de yaşadığımız bölge, kültürümüz, değer yargılarımız, karakterimizden etkileniyor, çeşitleniyor…
Sadece insanların mı dili var?
İletişim kuran tek canlı biz değiliz. İletişim kurduğumuz tek canlılar da insanlar değil. 1966’da New York polis teşkilatında görevli memur Cleve Backster, çiçeklerin konuşabildiğini kanıtladı. Backster suçlularda yalan tespiti ve yalan testleri üzerine çalışıyordu. Bir gün yalan makinesine, masasının yanında duran çiçeği bağladı. Çiçeğin tepki verdiğini fark ettiğinde, literatüre bitkilerin dili olduğunu bulan adam olarak geçeceğini bilmiyordu. Daha sonra pek çok bilimsel araştırma yapıldı. Gerçekten de bitkilerin stres karşısında tepki verdikleri görüldü.
Evinde hayvanlarıyla, çiçekleriyle konuşanlar… Konuştukça çiçeklerinin gelişip serpildiğini düşünenler… Ağlarken köpeğinin de çıkardığı sesleri ağlamaya benzetenler…
Nobel ödüllü bilim adamı John Eccles, yaşayan canlılardan bir tek insanın dili sevmeye yönelik duyguları olduğunu, bir tek insanın hayal edebileceğiniz herhangi bir konuda konuşabilen ve karşısındakinin yanıtı hakkında kaygı duyduğunu söylüyor.